Yeni Yıl

Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.

Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et.

E niye yazmıyosun, niye çizmiyosun (mecazen…)? Öldüm belki, sordun mu? Ondan sonra nerede benim sırma saçlı blogcum diye ağlamayı bilirsin. Tıpkı elinden kaçırdığın değerlere dövüne dövüne ağladığın gibi…

Değer dendiğinde akıllara aşure, makarna, kuru fasülye dağıtmanın geldiği bir dönemden geçiyoruz biliyorsun. O da bir şey tabi. Kapalı kutular yerine şeffaf taslarda dağıtıldığı sürece besleyici bir eser. İstediğin yerinden beslenmek serbestisi de içinde…

Yine bu bol menkul kıymetli ve değerli günlerden birinde feyz aldığım harikulade yaşanmışlıklar olmuştur ki bir daha yaşanmışlık kelimesini balık kavakta çilingir sofrası kurana kadar kullanmayasın diye anlatıyorum:

Azman mertebesinde gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan adamları ile işler yaptığım geçtiğimiz yazların birinde veri gizliliği gereği ismini açıklayamayacağım pem hanım benim canımdan bir e-posta aldım. Kendisiynen daha önce postalaştığımız olmamıştı. Lakin ünü kıtaları aşan trans-kıtlantik yazarınıza ilk postasını işbu vesileyle gönderme bahtiyarlığına erişen pem hanım benim canım, ramadana denk gelen tarihlerde ülkemizi maailecek ziyaret etmek istiyor, amma velakin federal güvenlik tarafından kırmızı alanda göründüğünü iddia ettiği ülkemle ilgili başlarına bir şey gelmeyeceğine dair benden bir nev’i güvence talebinde bulunuyordu.

Tabi ki kendisine, başına bir şey gelirse ahan da seyahatinin sigortası benim, diyecek beyazlıkta olmadığım için önce gezilecek görülecek mekanları anlatayım diye düşündüm ve ülkemizin doğal güzelliklerini ballandıra ballandıra anlatmaya başladım. Yazdıkça coştum, coştukça yazdım; santim santim gezdiğim yerlere karşı bende bir ekistira hayranlık, bir yeniden keşfetme isteği, aklın şaşar… Rehberler odasından madalyalı kokart hak etmediysem ne olayım! İstanbul’dan girdim, Kapadokya’dan çıktım. Künefeden kerebice, zahter salatasından sac kavurma oruga, boşnak büreginden çiböreğe, arada Sümer, Lidya, Hitit, Frig, Urartu ne kadar uygarlık & tarih & coğrafya & kültür varsa döktürdüm. Postanın en sonuna da nezaketen sorusunu açıkta bırakmamak için valla sana ne kadar Ramadansa bana da o kadar gibisine yazıp postalayıverdim.

Nev’i şahsıma akşam olduğu için elektronik teçhizatı kapatıp dışarı çıkmışım. İstanbul güzel ve uçsuz, ben şaşılası delilikte, gez ya kulum emri az önce inmiş, mecbur çıkılacak. Pem ablalar ise gelişmiş ve fekat taymzon olarak gerişmiş bölgede olduklarından, bir de Boğaz sahibi olmadıklarından nedenle çöldeki klimatize bilgisayar odalarından oturup bana yanıt yazmışlar: ‘peki yediğimize içtiğimize karışırlar mı, başımıza bir şey neyin gelir mi?…’ Ertesi gün kırmızı ojeli tırnaklarımı kemirirken ‘Ne bileyim tatlişko’ demek istedim, Amerika‘yı ben keşfettim sanki…

Sonra aradan haftalar geçti, Ramadanın göbeğinde bir akrabanın vadesi doluverdi. Yakınlarla birlikte olmak için acilen şehirlerarası otobüs yolculuğu yapmak durumunda kaldık. Tesadüf cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen muhterem zatlardan birinin açıklanacağı helecan dolu mübarek günlere de denk düştük. Şoför ve sözüm ona muavin arasında geçen konuşmaları laf ebesi olarak özetlemeye bilmem dilbilgim ve hafızam yeter mi? Her şeyi laf ebenden bekleme, yetmediği yerleri sen doldur hayal gücünle!… Konuşmalar özetle: ‘Bu ne gardaşım ya, eskiden saygı vardı, Ramazanda her yer sımsıkı kapalı olurdu, şimdi tüm dükanlar aççıh a.k.’

Kaybımız nedeniyle ağlamaktan şişmiş gözlerle (laf ebelerinin de anatomik olarak kalbi ve gözleri mevcuttur) işte o saat değerlerimizi düsündüm ey Okur. Bu ne gardaşım ya dedim, eskiden pem bize böyle sorular sormazdı, en fazla Kapadokya’ya nasıl gidebilirim acaba diye sorardı, şimdiki pem’ler çok değişti yahu diye değişen yeni pem’lere hislendim…

Bir sonraki yaz planlarına yönelik sorusu olan macera tutkunu taife için peşin peşin söyleyeyim ki: Kim olursan ol gel ama gard’ını kap da gel. Ne beni sorularınla uğraştır ne de kendini… Hadi asabiyetten uzaklaşıp trendy bir eller havaya ile ortamı şenlendirelim: Arabım fellahi Severim billahi Çekerim silahi Vururum vallahi.

2015’e bu duygu ve düşünce bütünlüğü ve komple ruh sağlığı içinde girerken sana ne dileyeyim ki Okur! Yeni yıl, benim hakkımda ne düşünüyorsan sana iki katını versin…

Laf Ebesi – Tıp Bayramı

Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.

Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et.

Toplumun okumuş yazmış kesimi olarak topluma örnek olmak mühim. Şükürler olsun ki örneklik mertebesinde ilk gerek şartı gani gani yerine getirdik. Hatta şahsen bu okuma olaylarında rekora koşan bir kişi olarak NASA’dan fezaya gitmek üzere teklif alacağımız noktada her şeyi tadında bırakmak lazım gelir diyerek porof dr örnek-ül beşer olmaktan vazgeçtik.

İnsanın okumuşu pek değerli olur derler. Hele bazı topluluklarda hem insan, hem okumuş hem de kadınsanız değerinize atasözleri dahi kıymet biçemez. Adamın okumuşuna kadı, kadının okumuşuna cadı denir, özlü sözü bunlardan sadece biridir. Bu manidar sözün Tanzimat döneminde, okur yazarlıkta bir kadına karşılık on erkeğin bulunduğu zamanlardan günümüze armağan olduğu iddia edilir. Halbuki kanımca kadının cadılık mertebesine yükselmesi için okumuş olması bir ön koşul değildir. Ya da kadının parmak izinden öte bir imzası olduğunda cadı sıfatı ile onurlandırılıyor olması son yedi yılda yüzde bin dört yüz oranında arttığı rivayet edilen kadın cinayetleri ile çelişiyor görünmektedir. Belli ki cadılar artık ölümsüzlükten sıkılmış, ölümün nasıl bir şey olduğunu merak ettiklerinden olsa gerek eh bir ölelim bari demişlerdir. İntihar çeşitli din ve inanışlara göre günah olduğu için de bunu kendilerini öldürtmek yoluynan tatmak istemiş olabilirler. Küresel ve eşsiz bir yorumla, bu da bir çeşit kadın özgürlüğü değil de nedir?

Okumuş yazmış tayfası arasında bir de tıp doktorları vardır ki onların okur yazarlığı ebedîdir. Bunlar okuma eyleminde tavan yaptıkları için, doktor derdime bir çare, ünülemesini takip eden ilk otuz saniye içinde talep edilen çareyi bulamazlarsa doktoru öldürmenin caiz olduğunu düşünen bir kitlesel imha hareketi ile karşı karşıya kalırlar. Nitekim sadece bir buçuk yılda sağlık çalışanlarına yönelik sözlü, satırlı, bıçaklı, kasaturalı on dört bin yüz otuz saldırı olduğu söylenir. Ki bu rakam neredeyse her köşesi cennet yurdumun beşte birine mesken olan İstanbul’un Dikilitaş mevkiinin toplaşıp hunga munga nidaları ile sağlık mesleği mensuplarına girişmesine eşdeğerdir. Bu sebepten dolayıdır ki yazar, tanrılar kurban istediğinde insanın en değerlisi olan okumuş yazmış kesime yönelmenin bir çeşit ibadetlerin en yücesi gibi algılandığını filan çıkarsamaktadır. Bu kalbî çıkarıma bakıp çay demlemek siz değerli Okur’un takdiridir.

Hem kadın hem doktor olan grubun yakınlarına ise şimdiden metanet ve sabır dilerim.

Bitkileri ve doğayı okuyarak şifanın ve faydalı icatların üretildiği eski çağlardan, Oku ile başlayan kutsal kitaplara okuma eylemi hep yüceltilmeye çalışılmıştır. Dünya üzerindeki çeşitli marjinal grupların bu döngüyü başladığı noktaya geri döndürerek Şaman tıbbı ve hoşlanmadığını ortadan kaldır güdüsü ile tamamlamaya çalışması yazarın keskin miyop gözlerinden kaçmamaktadır. Bu da, ölümsüzlüğün ya okunmaya değer eser bırakmakla ya da yazılmaya değer işler başarmakla ilişkili kısmının fotoğraf dilindeki arabıdır. Psikoloji ve bilinç altı takığı bir ebe olarak, bu arap, sen kim oluyorsunuz da ölümsüz olmaya çalışıyorsunuz ey okuyanlar, alt mesajını da içeren ve okuma eylemini kutsal kılan teorik inanışlar ve öğretiler ile ters düşen hayli anarşist bir ruha benzemektedir diyebilirim. Bu amatör profesörlük tümdengelimimi konumuz olan okuma ile bağlayacak olursam, dünya üstünde dolanagelen benzer inanç ve öğretilerden nasıl bu tür karşı-aksiyonlar silsilesine varıldığı herhalde son yarım asırdır yapılan tez çalışmalarının bir tarafında vardır.

Ne eylerse güzel eyler yazarınızdan muhteşem bir beyin jimnastiği, sadece senin için ey Okur! Önce en son ne zaman hangi okulun son durağında indin, bir düşün. İyice düşünüp bildiysen, Miley Cyrus’da yok sende var kulacıklarını aç ve dinle (genelde dinleme organı olarak kulağını eskitmek istemiyorsun, farkındayım; gözden ziyade özellikle kulağa işaret etmem ol bu sebeptendir). En son gittiğin okul salyangozları koruma ve yetiştirme yüksek okulu da olabilir, Robert Kolej de, ilkokul dört terk de; konumuz senin ilim irfan katsayından ve bu sayı ile hangi başarılara imza attığından bağımsız. Başkasına ait olanı izinsiz almamak (gördüğün üzre, ne gader de kibar bir şahsiyetim, sen bunu hırsızın önde gideni olmamak şeklinde yorumlayıver), cana veya mala kastetmemek nam-ı diğer zarar vermemek,  nefes alan ya da fotosentez yapan herhangi bir canlıya insan beyni imalatı sözcükler ile hitap etmek ya da davranmak gibi erdemler dahil eğer okulda öğrendiğin ve gündelik hayatına uyguladığın ve başkalarının da uygulamasını ya da faydalanmasını sağladığın on şeyi bir dakika içinde sıralarsan hem Alzheimer’dan hem şarbondan hem de ruamdan korunmuş olacaksın.

Sana bunu tüm okur yazar ve web sayfası dımdım yar kimliğimle söyleyebilirim.

Çünkü eğitim, insanın okulda öğrendiğini sandığı her şeyi unuttuğunda geride kalandır. (Einstein’a hürmet ve minnet ile)

Bu vesileyle, tüm hekim dostlarımın 14 Mart Tıp Bayramı kutlu olsun!… Bana rağmen mesleğe olan inancınızı yitirmediğiniz ve hem beni hem mesleği bırakmadığınız için de ayrıca teşekkür ederim!…

Laf Ebesi – Kadınlar Günü

Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.

Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et.

Ortamların birinciye gelen sayfasını canlandırdık, e hadi yaz dediler; davete icabet etmemek olmazdı. Kıramadık, dökülelim dedik.

Havadan sudan roman ya da doksan sayfalık film senaryosu çıkarabilen yegane canlıya yazar denir. Dolayısıyla, Mart ortasında memleketim İstanbul’a kışın gelesi tuttu diye başlayalım. Rötarıyla meşhur ve fekat burnundan kıl aldırmayan hava yolu taşımacılığına öykünen ve anca gönlü olan kış ayları, yurdum kedilerine ve delikanlılarına ters köşe yaparak ‘bundan sonra böyle arkadaş, şikayeti olan özmelmeketine dönsün, yirmi milyon sıkış tepişi son bulsun’ demeye getirdi.

Tahmin ettiğiniz üzere havanın hal ve dilinden aslen fevkalade anlarım. Nerede bir futbol maçı, maraton, olimpiyat, feleğin kör çıkmazı olayı düzenlenecekse önce bana gelirler, sonra sponsorlara giderler. Şahsıma başvuruda bulunulmayan durumlar için bkz gassaray stadındaki cörk cörk çasu (çamur ve su karışımı) efektli top koşturmaları.

Açmaya göynü olmadığını alenen beyan eden ve kadınlar gününe denk gelen bu güzel yağmurlu, karanlık ve manidar Mart gününde hazır belim bıkınım da dutuk iken dizimi kırıp (bel gibi, ayniyle hakkını vererek) evceğizimde oturdum ve aile albümlerine demir attım.

İnsan, kendindeki muhteşem değişimi gördükçe manen huzur ile doluyor. Ne yalan söyleyeyim, fotoğrafların tamamına yakınında bu hissiyata mazhar oldum.

Akşamdan ıslamışsın misali nohut kadar bir kafa; kafanın ortasında, nerdeyse ergenliğe kadar olan her karede, park edecek yer bulamamış da mecburi el frenini çekmiş puset UFO taklidi yapan bir emzik. Beterin beteri emziksiz fotoğraflarda, artık o yaşın modasına göre mevcut olabilen tüm dişler tekmili birden sergi yerinde. Anlayacağınız güleç klasmanında mahallenin delisi ile bir başbaşalık söz konusu. Tumturaklı hazırlıkların yapılıp kuş sütünün eksik olduğu sofra fotoğraflarında ise olay kahkahaya intikal etmiş. Her sofra krizinin, cezai durumun ağırlığına göre, hafif bir cimcirik ya da uzak menzilli terlik olayı ile nihayete erdiği güzel günler…

Bizim kuşağın ortak özelliğidir. Apartmanlara tıkılıp kalmaktan sokakta her Günaydın dediğimizi arkadaş sanırız. Benimki belli daha bebeklikten o hesap. On aylıkken yürüme olayı çözüldükte ben özgürüm başımı her fırsatta alıp gitmeler ve bu özgürlük mücadelemde ilk karşıma çıkan canlı ile dostane bir muhabbet, bir arkadaş canlılığı: Lafebesi ve kokoreççi. Lafebesi ve tırtıl. Lafebesi ve ağaç vs. Peşimde babam, sayemde sonsuz bir fotoğraf koleksiyonuna imza atmakta… Hayırlı evlat..

Bir diğer fotoğraf temamız ise aile büyükleri ile gerçekleştirilen biteviye eğlenceler. Seksen yaşındaki aile büyüklerinin saçlarını zamanın reggae sanatçılarına özenerek ince ince örmek; tırnaklarına üç çizgi halinde renkli ojeler konumlandırmak; ilkokul iki el işi dersi maskesi ile babannee, kaşını kaldırmaa, düşyoo şeklinde ilk plastik cerrahi denemeleri bu temanın bir kısmını oluşturmakta..

Bir de her ailede meşhur bir de benle ve bir de sen ortaya geç pozları var ki kendileri fotoğraf tarihinin iz bırakan kompozisyon denemeleridir. Bunları da aynı fona kendinden fotoşaplı ardışık kombinasyon-permütasyon çalışmaları şeklinde özetlemek mümkün.

Aman pek iyi, pek şahane oldu, hafta sonum neşe doldu. İyi ki her yerimi kırdım, büktüm, döktüm de evde yapılabilecek birbirinden gereksiz şeyler keşfine çıktım. Dilerim duyma ama eğer bir gün ihtiyaç duyarsan, bu keşiflerden biri işbu oturduğun yerden bakmak suretiynen yapılan ve tam zamanlı mesai gerektiren album bana, ben albüme bakar aktivitesidir.

Fotoğraf ilişkili aile geleneğimizi teknik ve kompozisyon anlamında bir süre sürdürmeye çalışmış zat olarak bayrağı benden sonraki nesle devretmenin huzuru içindeyim. Bir taraftan da odalar arasında dolaşmanın dahi azap olduğu tarifsiz duygular içindeyim.

Yerimiz dar, ruhumuz sıkıntılı olduğuçün fotoğrafları göremeyeceksin sevgili Okur. Bu da senin hayal gücünü geliştirmene katkıda bulunacak, gün gelecek bana teşekkür edeceksin.

Bu vesileyle, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu mutlu olsun. Kadın o kadar güzel bir varlık ki yaşatmaya kıyamıyoruz gibi bir his içerisindeyim aynı zamanda, niyeyse…

Laf Ebesi Entry'leri