Sonbahar hiç bu kadar güzel gelmemişti! Sonbaharda Kaan Tangöze albümü geliyor müjdesi gerçek oldu. Gölge Etme, en şahane on iki şarkıyla dönmeye başladı bile.
Gölge Etme‘de on bir Kaan Tangöze bestesi var. Akustik gitar, mızıka ve vokal eşliğinde kaydedilen albümdeki performanslar Tangöze‘ye ait. Sözlerin önemli bir kısmı yine Tangöze‘nin şiirlerinden oluşuyor. Ozan adam, bu ilk solo albümünde, hem kendi efsununu hem de Özdemir Asaf‘ı, Aşık Mahzuni Şerif‘i, Karacaoğlan‘ı tam gaz kanatlandırıp notalarla damardan buluşturmuş…
Gölge Etme, beraber ve solo mutsuzlukları silip de atan bir albüm. Umut dolu, dev yürekli, rüzgarı ardına alıp sonsuzluğa uzanan, karanlığa ışık olan bir eser… İçindeki güneş tek bir coğrafyaya ve tek bir zamana ait değil. Gücün kaba kuvvet olmadığı, müziğin ve ozanların cellatları yendiği tüm zamanlara ait duru bir sesleniş, salt bir nefes…
Albümü didik didik anlatıp ilk dinleyişinizden itibaren çarpılıyor olacağınız duygu yoğunluğu ile aranıza girmeyeceğim. Ne sound‘u ne tarzı herhangi bir kişiye de benzetmeyeceğim; kaldı ki yaratıcılığı, kale gibi yıkılmaz duruşu, sadeliği ve ışığı ile aslen kendinden başka kimselere benzemeyen dünya çapında tek bir Kaan Tangöze‘den bahsediyoruz. Bütününde ise Gölge Etme der ki; bu dünya neler görmüş olsa da bugüne kadar, yanıyor sandığımız ışıklar sönüyor, maviye boyadıklarımız mor, dahili bedhahlar hariciden beter çıkmış olsa da gün gelir karanlığa pusu kuran kötülükler sönmeyen bir büyük ateşin içinde yanar; ve yine albüm der ki daha gidilecek yerlerimiz var, icabında hesabı öder, kalacak bir türkü söyler gideriz…
Uzun tanıtımın kısası, solo Tangöze, rüyaları ve kalpleri gitarıyla ve mızıkasıyla çalan, notaların dibine vurmuş bir ozanmış… Anlamlı güzelmiş.. Beklediğimizmiş, beklediğimizden fazlasıymış.. Bir büyülü sesmiş… Bir büyülü sözmüş…
Şüphesiz ki, Gölge Etme sadece dinlemek için değil duyulmak için de hazırlanmış bir albüm… Kalp kulakçıklarınızı açtığınızda yeryüzünün kirini yıkayan yağmurlar sadeliğinde bir ses duyacaksınız.. Ve zamanlar değişip gölgeler gittiğinde, o ses sizinle var olmaya devam ediyor olacak…
I am one of those lucky clovers who had the privilege of seeing one of these spectacular concerts of Mozart Marathon with Fazıl Say. Since these musical notes intend to draw an outline of my deep impression personally, they may owe apologies to the classical music authors for any structural misinterpretation in advance.
Genius Turkish pianist and composer, Fazıl Say, performed a series of concerts including the entire piano sonatas of Mozart between the 9th and 13th of June 2015 in four different venues in Istanbul at 43rd Istanbul Music Festival. I loved the definition of these concert series as a marathon literally. I would, hereby, vocalize my picturesque hearings regarding the final leg at Lütfi Kırdar Convention and Exhibition Centre that I was able to attend.
Mozart is the golden touch of the heart; the perfect golden ratio of the music and brain. As mostly accepted, his eighteen piano sonatas are the eighteen representative masterpieces that also led the way to his successors of the romantic era.
The prodigy started to compose them by early 1775s (K 279-284) when he was around 18, and advanced till two years prior to his death. Techically, almost all are composed in three movements and sonata form. They all reflect the affectionate and inspirational character of Mozart. Mozart‘s perceiving the world deeply in a purity through the eyes of a child can simply be heard in these sonatas. Perhaps, this makes him exceptional where simplicity is the utmost unreachable jewel in music and art.
Eric Blom, the Swedish-British music critic in the first half of 1900s, defined Mozart‘s taste as the right thing at the right time at the right length. For me, this is exactly the very same for Say‘s virtuosity and his own scores. Perfectly placed harmony of the structure and form is certainly attributable to their math oriented intelligent minds. Side by side to an arithmetically developed brain, keeping a child’s straight eyes in viewing the world is probably the enigma of aligning all these melodic fragments in such an ingenuity.
Both Say and Mozart started to play the piano at the age of 4. Both composed their first work at very young ages. What one may presume is that Mozart‘s supremely calculated and indisputably touchstone music finds its way for centuries via the hands of extraordinary, revolutionary musicians as Say.
13th of June at Lütfi Kırdar was introduced with Fantasia in C minor K 475 which was followed by Sonata No 14 in C minor K 457. This is an ideal order given K 475’s breath like sort of a prelude to K 457. We learn from Aydın Büke prior to the concert that Say refers this fantasy an opera orchestra as if it is to be performed by a different group of instruments together. From my point, Say started the evening with these seemingly freely constructed but tightly demanding fantasy and echoed it in all broader orchestral forms to be heard. K 457, composed in 1784 autumn, was not the only one to make the deepest influence on Mozart‘s successors, e.g. Beethoven‘s Pathétique sonata, it also might have paved the way to Schubert‘s Erlkönig according to Say. Since these two C minor pieces are the only piano sonatas that Mozart wrote in the minor key, they make us think that these are very personal works of him. Hence, once again a very good preference for the opening and let the audience internalize the atmosphere.
After then, the evening continued with Sonata No 9 D Major K 311 which was probably written together with K 309 and K 310 in 1777. I was curiously wondering this well-known jokingly cadence at the end that would definitely lead us to believe that this is the end of the section, but playfully continued with two additional measures likely a motif for the development part. My curiosity ended with the well-balanced playing of Say so that I could engage in the piece at once. Rondeau section, like a piano concerto itself, has earmarks of Haydn‘s string quartet that provided the melody with the national anthems of Germany and Austria for Say. You may also wish to listen to K 311 once again including all these remarks.
After the interval, we had the pleasure of listening to Sonata No 11 in A Major K331 ”Alla Turca”. It is perhaps the most outstanding one with a prominent melody to imitate all the trumpets, Turkish drums and other instruments in one instrument. Say‘s playing the first movement inspired by a German folk song was impeccable. That was beyond playing a music, more a heavenly chat with the piano. Menuetto and Alla Turca parts were so cheerfully played that we, as the listeners, started to become impatient for the final one, Alla Turca Jazz Op 5b, by Fazıl Say which was applaused all aloud at the end.
Sonata No 13 in B-flat Major K 333 is known as a long and difficult-to-play work of Mozart. Say turned it into a musical feast with his soft but sensitive and vivid touches. We also learn from Aydın Büke that Say mentions that one as the Magic Flute due to its first movement, Andante grazioso.
There are some unreachable instants that happen only once in a lifetime. I can heartily say that we witnessed one of them. In other words, Mozart was born again that night. It is my pleasure to inform all the readers that Say has recorded Mozart‘s complete series of piano sonatas that will be released this fall (2015). Finally, I would like to add Blom one thing, the right thing at the right time at the right length via the right hands!
Hayatını müzikten kazanan dostlarımıza ayıp olmasın diye kel başıma müzikle ilgili yazı öksürmemek için çok direndim. Direnişim sırasında bu bölümü hakkıyla doldurabileceğine inandığım, 7 / 24 dinlemekten bıkmadığımız birbirinden değerli müzisyenlerle çok başarılı görüşmeler yaptım. Ancak dünya üzerindeki her on başarılı görüşmenin dokuzunda olduğu gibi benimkiler de tam takır kuru bakır sona erdi…
Kısaca sitebocugu sayfalarında zaman zaman karşılaşacağınız müzik notları zatımın külliyen o gün aklına esip de dinlediği notalardan ibaret olacaktır. Beğeni subjektif, pabuç dil projektiftir. Netçe olarak bu sayfayı okuyan sen, ben, bizim oğlandır… Rastgele!
Gelelim bugün üzerinde cahil cahil konuşacağım için beni yuhalıyor olacağınız Creedence Clearwater Revival (CCR) hitlerinden oluşan Chronicle‘a. Tam bir haftadır ‘alcam seniii!’ diye rüyalarıma çıkan CCR’nin gayet Pendulum‘u için hafta sonu Shades‘deydim. Okuyacağınız öykü, Pendulum diye yola çıkıp ufak bir çarkla Chronicle‘a dönüşümün kısa bir anlatısı aslında. Beni yolumdan çeviren zat-ı muhterem ise muhteşem Süleyman ve galiba ‘albüm Ankara’da olsa alınız’dan öte ‘afedersiniz de benim biraz Shades’im geldi’ durumları…
Pendulum rüyada vahiy olundukta Cumartesi bir koşu arabayı garaja bağlayıp Shades‘e indim. Shades, kapısından içeriye girdiğiniz andan itibaren zamanın durduğu, dünyanın dışarıda kaldığı bir müzik evreni… Kısa pantolonlu Ankara yıllarımın rüya ortamı, abartıyorsak üzerinize alınmayınız, beni ve benim gibileri ıslah edip topluma kazandıran bir rehabilitasyon merkezi… Bu büyülü mekanı efsunlayan zat Süleyman; sırrı ise tükana girdiğiniz anda o sırada orada bulunan herkesle sanki kırk yıldan ahbapmış gibi konuşulan konunun tam da orta yerinden sohbete dahil olma ve kapıdan çıkarken zamanı geçici süreliğine durdurma serbestisi…
Diyelim ki; evrende on yıl başıboş molekül gibi dolaştınız, yordunuz, yoruldunuz, hırpaladınız, hırpalandınız; hırpıklarınızı gidermek için müzik dolu sohbetlerin sıcacık çayını demlediği, adeta sizi beklediği ve kaldığı noktadan devam ettiği, zamanın en güzel anlarda durduğu bir yer arayışı içindesiniz. Bu yuva benim için Tunalı Pasajı’nın alt katıdır. Çünkü bilirim ki dünyanın çirkin halleri ve zamanı durduramayanlar bu dükkandan içeriye giremez. Hayat yekpare bir süreç olarak dışardaki zombişler tarafından devam ettirilirken, burada zombikliğinizden sıyrılır, sadece o an’ı yaşar, müzik konuşur, sıkı adamlarla tanışır ve mutlu olursunuz. f(Shades)=Yaşamın başı sonu anlamsızca tanımlı löplöplüğünden kaçış mabedi… An’ın huzuru ya da kendime benzeyenlerde bulduğum huzur… Kaldı ki bundan öte bir şey değil benim cennetim, basit bir tüme vasvarımla biz genetik uyumsuzların cenneti…
İşte bir koşu 450 km’nin geride bırakıldığı bir Cumartesi öğleden sonrasında siteböcüğü Süleyman‘a ünüledi: ‘Aralık 1970 – Pendulum!’ Ve Süleyman siteböcüğü’ne en nazik ve ikna edici tavrı ile dedi ki: ‘Pendulum senin içinde bulunduğun teknik imkanlar, daha doğrusu imkansızlıklar çerçevesinde biraz zorlayıcı gibi; ama bak sana alternatif öneriler. Umudunu kaybetmeden bir bak bakalım…’ Böcük, bu yol doğru yol değilden çok bu yol senin yolun olmayabilir mesajını net olarak aldı ve Chronicle‘ı seçti.
Ve kaydın öyküsünü dillendirmeye başladı:
Hep dediğim gibi, fikrim odur ki dünyanın en mutlu birlikteliği müzik grubu ve plakçısı arasındaki uzun süreli beraberliklerdir. CCR’nin sabit kalesi Fantasy Records’un Ocak 1976 toplaması Chronicle (halk arasında Chronicle Vol 1 ya da Chronicle: The 20 Greatest Hits adı ile de bilinir) grubun yirmi muhteşem şarkısını biraraya getirmekte. Muhteşem dediysem laf olsun diye söylenmediğinin altını çizip kenarına çiçekli, kalpli kenar süsleri ekleştirmek isterim. Çünkülerin birincisi, kendisi salt Amerika’da altı buçuk milyon kopya ile grubun en bolluk bereket içindeki albümü olur, ikincisi döndüre döndüre üf bile demeden dinlenebilitesi var, üçüncüsü itiraz edeni çizerim. Yirmi şarkıdan on beşinin vakti zamanında listelerde ilk on’a girdiği bir olay söz konusu ise bence bana otomatik olarak üç numaralı hak doğar. Rockun, popun, avant-garde‘ın, politiğin, apolitiğin, yazanın, konuşanın, herkesin doğrusunun dünya üstündeki tek doğru, diğer her şeyin çizilesi olduğu şu aklıselim günlerde işbu üçüncü madde de benden dünyaya armağan ola!…
Sıradaki paragraf, ‘dinlediğin, çizdiğin senin olsun, içindekileri dökül’ diyenlere gelsin. CCR’nin liste başı single‘larından derlenen Chronicle‘da grubun debut stüdyo çalışması Creedence Clearwater Revival (1968) ile başlayıp dağılmadan hemen önce çıkardığı Mardi Gras (1972)’a kadar olan albümlerinde yer almış ve ortalığı sallayıp başını döndürmüş bayrak şarkılar ve cover‘lar var.
Susie Q, I Put a Spell on You, I Heard It Through the Grapevine dışındaki tüm şarkılar grubun beyni John Fogerty‘e ait. Beatles ve Stones‘dan sonra hit üstüne hit deviren grup olarak da bilinen CCR’nin efsanevi ismi Fogerty‘nin (vokal, gitar) yer yer politik içerikli şarkı sözleri ile de sıkı fıkı olabildiğini Fortunate Son‘da görmek mümkün. Güneylilerin, ağızlarında bir torba akide varmış gibi tıkır tıkır şekerli aksanı Fogerty‘nin kumlu, tenora çalan ses rengi ile bir kulak ziyafeti oluşturuyor.
Chronicle‘da yer alan ve ilk hali Nisan 1970 tarihli bir Cosmo’s Factory zaferi olan I Heard It Through the Grapevine‘da 11’06” lik süresi ile rehavetten hafif yayılmış bir Louisiana havası hissedilmekte. Kaydın, bu toplama albümden yine aynı tarihte (1976) çıkan single olduğunu da ekleyelim. Şarkıyı diğerlerinden ayıran bu süre-kaygısızlık ve ‘insanlar duyduklarından değil, gördüklerinden öğrenirler’ sözleri size ne çağrıştırır bilemem ama beni evime, karış karış dolaştığım sokaklara, kısaca en son içinde köpekbalıkları yüzerken yaşlı gözlerle izlediğim Mississippi ve civarına götürdü.
En sevdiğim parçalar hepsi. Proud Mary, Bad Moon Rising, Down on the Corner, Travelin’ Band, Who’ll Stop the Rain, Long as I can See the Light, Have you Ever Seen the Rain, Hey Tonight, Some Day Never Comes diye yazmaya başlasam tembelliğimden eksik kalan diğer yazamadığım şarkılar için yalan söylemiş olurum. Bildiğimiz en iyilerin toplandığı albüm olduğu için aynı bilindik temiz, net akorları duyuyor olacaksınız. Hüzün sesli minörler dahil koyu Güney spiritüelizmine kaymayan, ruhu hep yukarılarda swamp rock / roots rock olarak tabir edilen dipli köklü bir müzik dinleyeceksiniz… CCR’ye kulak vermeden müziğin tarihçesini anlamaya imkan olmadığını da söyleyelim…
‘Ablam, sen kafayı neyle çizdin, alem uzaya adam gönderiyor, sen nayntiinsevıntiiz diyorsun yahu’ diyorsanız uzaydaki adam da CCR dinliyor müsterih olunuz. Bir yerlerden ‘registered‘ albümlerini edinip dinlemeden müsterih olunamayacağını da unutmayınız. CCR hepinizi ıslah etsin! Rock forever…
Creedence Clearwater Revival –Chronicle (Ocak 1976, Fantasy Records)