Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.
Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et.
Geçen hafta tiyatro saatimi beklerken içinde bulunduğum avemee’nin nimetlerinden faydalanayım dedim. Sırasıyla kolonyacı, şemsiye görünümlü rende satmayı yaratıcılıktan sayan tuhaf tasarımcı, 20 yaşındaki gencecik kızlara ‘’ananız kullanaydı böööle valizin dibine tıkışmış ipek göynek gibin kırışmazdı’’ iddiasıyla bir takım sıvılar kakoşlamaya çalışan kozmetikçi, kahveci, lahmacuncu derken bir hazır konfeksiyon mağaza zincirine dalıvermişim. Hayli büyücek bir mağaza olduğu için oyuna kadar beni oyalar diye düşündüğümü itiraf etmeliyim..
Gözüme 8.7 şiddetinde ilk çarpan şey Dominik’teki adalarda dahi olması imkansız cartlıktaki yeşil tüy yumağı oldu. Hoplamışım.. Baktım ki insanlar yanından geçebiliyor ben de usul usul yaklaştım. Bir cesaretle dokunduğumda peluş bir kabanla karşı karşıya olduğumu anladım. İşin kübü, bu polyester tüy yumaklarının doğada eşi benzeri bulunmayan her cartlıktaki renginin geometrik hızla çoğalan organizmalar gibi her yana yayılmış olmasıydı. İnsansız ağırlığı tahminen 40 kiloya filan tekabül eden bu kışlık canavarların meraklıları kimlerse alayına hayatta başarılar diledim ve yüzümü diğer reyonlara döndüm.
Dönmeyeydim iyiydi.. Lakin sahne henüz oyun için hazır değildi…
Durduk yere yemin etmek istemiyorum ama inanın bu yıl sonbahar kış modasında doğada rastlayabileceğimiz herhangi bir renk yok. Cıslak pembeler, beş saniyeden uzun bakınca kör eden yeşiller, sarının ayıptır söylemesi ‘’o’’ malum tonu, kırmızının bugüne kadar en görmediğimiz hali, morun kötü yola düşüp kendini kamufle etmişi, patatesçi Mars’lılara karşı dünya rengi seçildiğine inandığım turuncu ve tonları bende ‘’insan zevkine karşı planlı bir komplo teorisi mi başlatıldı?’’ etkisi yarattı…
Renklerin dışında doğada rastlanabilecek bir materyal de pek gözüme çarpmadı. Tanrılar polyestere adeta yürü ya koçum demiş sonra da bir köşeye çekilip kıs kıs gülmeye başlamışlar zannımca.. Önümüzdeki ilkbahara, hadi bilemedin yaza, polyesterzede mantarlı bir güruh dermatologların kapısını aşındırmaya başlarsa çok mu şaşıracağım, yoo…
Özetle 2017-2018 sonbahar-kış sezonu bence 80’lerin kümülatif toplamından bile daha korkunç.. Moda, elinde kalan absürd renkleri ve naylonları mı bitirmeye uğraşıyor her ne hal ise doğada ne yoksa tümü vitrinlerde mevcut.
Dünya moda tarihi bu yılları büyük bir utanç içinde hatırlayacakken ben kendi adıma felaketin artçıları azalana kadar toka bile almayı düşünmüyorum. Ha, doğum günüydü yılbaşıydı bana vitrinlerden hediye getireni de çingen pembesi laylon kayışlan döverim peşinen söyleyeyim.. Arz ederim.