Tag: korona

  • Taç Giyme Törenim

    Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.
    Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et.

    İçeriğin olası zarar ziyanından yazar değil, uygulamaya kalkan komik okur sorumludur. Ona göre!!

    Bu okuyacağın, taçlı aşı hikayesidir. Ya da “kızlar bana en çok bayılsın” sakallı entel abi deyişiyle ‘’yaşanmışlığı’’ 🤪

    Malum başımızda taçlı, tahtlı bir virüs belası.. Şakası yok, kime dokunup kimi söndüreceği belli değil.. virüsler vadisine çevirdi ortalığı!..

    Virüs bilgimiz kuş kadar olduğundan dünyacanak şaşkın ördeğe döndük😳 Konuya en çok şaşan da yıllardır ‘’pandemi kapıda!!! kuşun gribi, domuzun gribi, ebola’nın tribi, ahan da geldiii geliyooor!’’ nutukları atan ve karşılığında über organize olması beklenen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) oldu. Bu vesileyle hepsine ayrı ayrı en derin öpücüklerimi iletirim.

    Velhasıl-ı kelam, DSÖ’den gelecek organize ve somut eylem planı ve takip beklentisi gümbürdediğinden üç yüz altmış derece etkilendiğimiz bu ciddi konuda her ülke kendi derdiyle ve nevi şahsına münhasır eylem planlarıyla baş başa bırakıldı. Yani anlayacağın kimi çaldı, kimi oynadı.. Artık yaşadığın enlem & boylamda bahtına hangisi düştüyse!

    Doktor olmamdan mütevellit benim boylamımda payıma aşı düştü. Ama nasıl düştü, düşene kadar hangi aşamalardan geçti, hele yanaş da anlatayım👂

    Konvansiyonel (moruk) hekim olarak öncelikle hastalığa yönelik tedavi çalışmalarının yapılmasını beklerken bilim, zor olanı başarıp aşı geliştirmeye soyundu – ki konuya hiç bir itirazımız olamazdı, zira bildiğin sapır sapır ölüyorduk.

    Bunu müteakip yerel otoriteler, hemen normal ruhsat süreçlerini devre dışı bırakacak acil kullanım onayı düzenlemesini devreye soktular – ki her otoriteninkinin ayrı ayrı eleştirilebilecek noktaları olmakla birlikte ölür ayak pek sesimiz çıkamadı. Sesimizi zaten genel olarak pek sallayan da yoktu.

    Günün sonunda; “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” şeklinde özetleyebileceğimiz risk yarar dengesini gözeterek kendimizi ruhsatlandırılamamış, ürün bilgisinin ne olduğunu bilmediğimiz, hatta ürünü görmediğimiz, etkinlik ve güvenlik verilerini net olarak kestiremediğimiz, beş bilinmezli bir denklemin içinde buluverdik. Yapacak başka şey yoktu… 2020’ye kadar hayatında kanıta dayalı tıbbı ve bilimi direksiyona oturtan bana güvenip danışanlara ‘’ne bulursanız onu olun’’ diyerek son derece nitelikli ve bilimsel tavsiyelerde bulunmaya başladım. Ne de olsa, kurşun döktürmenin ya da kader kısmetçi sürü bağışıklıkçılarının (!) halen bir tık ötesinde bir öneriydi…

    Diğer yandan, aşıya ulaşmak öyle kolay değildi… Teşbihte hata olmaz; aşı grupları, sağlık sistemine incir ağacı dikme durumlarına göre manavda meyva sebzelerin dizilmesi gibi kategorilere ayrılmıştı. En ön safa korona’nın en beğenip hüüüp diye yutmak suretiynen sağlık sistemini çöküm çöküm çökerteceği gruplar konulmuştu.

    Eksik olmasınlar, kendimi armutun iyisi gibi hissettim. Korona’nın bayılacağı grupta olduğumdan bana da aşı grubu önceliği tabelası düşmüştü. Ama aynı evde yaşadığım ve kronik hastalıkları olan 65 yaş üzeri anneme düşmemişti… Demek ki, ülke yöneticilerinin benim adıma korona’yla anlaşması vardı – anlaşma gereği, virüs bana bulaşsa da aynı odada yaşadığım anneme bulaşmayacaktı. Açıkçası, bu olağanüstü bilimsel durumu hakemli bir tıp dergisinde, ülke gerçeği olarak yayınlamam an meselesi.. Ne de olsa, dünyanın bizden öğreneceği çok şey var!

    Dediğim gibi, aşı grubu önceliğinde olduğumu biliyordum. Çeyrek asra yakın zamandır sürdürdüğüm mesleğimin ödülüydü bu. Lakin benim bilmem yetmiyor, hükümetin sağlık sisteminin de birey olarak beni bilmesi gerekiyordu…

    Sistemde ‘’haydi çocuklar aşıya’’ yazımın görünmesi için beklemeye başladım… Benim gibi bir kaç arkadaş daha Godot’yu bekler gibi bekleşmedeydik… Her sabah bilgisayarla kesişip duruyordum.. Bilgisayara, arayıp sormayan hayırsız evlat muamelesi yapmanın sonuç vermeyeceğini fark edip biraz eşeleyince anladık ki bizim anlı şanlı bilgiler sisteme otomatik aktarılmamış. Çeşitli telefon görüşmelerinden sonra, ayakkabı numaramıza kadar kişisel bilgilerimizi şahsi bir eposta adresine ilettikten 1 gün sonra sistem bizi tanıdı. Bu kadar uğraşı İngiltere’de versek şimdiye şövalye ilan edilmiştik diye düşündüm.. Hatta şövalyelik az kalırdı, korona’ya karşı taç giyme ya da giydirme törenindeydik!

    Hihhoho, nihayet, Çin’den dünyaya yayılan insanlık düşmanı virüse karşı Çin menşeili aşımı oldum. Yalnız anlamadığım, aşıyı ben oldum, yukarıda bahsettiğim sağlık sistemi anneme mesaj gönderdi: ‘’covid-19 aşınız yapılmıştır’’ diye… Blog’unuzun ayarıyla oynamayın, tekrar yazıyorum: Aşıyı ben oldum, mesajı anneme gitti. Haliyle ben şaşkın, annem şaşkın, galiba en çok da korona şaşkın.. Belki de korona’yı şaşırtma metotlarından biridir…

    Şu hayatta herkesin bir hikayesi var. Benim taçlı aşı hikayem budur😌 Bilinmezlerle dolu virüse dair aşımı oldum. Şimdi yoğurt gibi bekliyorum. Ya tutarsam?..

  • Dantelalı Denizler

    Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.
    Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et.

    İçeriğin olası zarar ziyanından yazar değil, uygulamaya kalkan komik okur sorumludur. Ona göre!!

    Alıp başımı gitsem diyorum bazen.. Dantelalı denizlere, yumuk yumuk bulutlara, çıt çıt kuşlarının arasına karışsam!..

    Sonra ‘’mıhtişim insanoğlu’’ olarak öyle bir yer bırakmadığımız aklıma geliyor..

    ‘’Abla, koronadan kesesi, hökür hökür gelir bak sesi! Şoför yanı burdan verelim’’ derlerse diye gitmekli düşünce balonlarımı hemencecik kovalıyorum! Ne de olsa, süte düşen telaşlı sinek olmanın lüzumu yok..

    Daha çok, kalmaklı olmak lazım şimdilerde galiba.. Bir yere çaktırmadan ilişmek, sonra oraya alttan alta kök salmak…

    Sadece nereye kalınacağını iyi hesaplamak gerek!..

    Kalkıp da, senli ya da sensiz, üç güne yan yatacak bir yere kalayım dersen dördüncü günde, kendine kündeye getirecek yeni bir mecra aramaya başlarsın… Çok da o ortamların insanı değilsen, yani kendini bu yönde donatmamışsan üzülür ezilirsin..

    Bir kısım atalar bile demişler ki tekkeyi bekleyen çorbayı içer.. Sen tekke beklemeyi bilmezken, bilenlerin yerine o tekkeyi beklemeye davranırsan ister istemez ayıplanıp kınanırsın. Bütün bunlara teflon misali aldırmazlık gösterip hiç de üzülüp büzülmemiş gibi şeetsen de günün sonunda kendini bile kandıramazsın!..

    En kötüsü de insanın kendini kandırmaya çalışması değil mi zaten?…

    Diyelim babandan torpillisin. Babanın bıraktıklarıyla koca koca işler güçler sahibisin. Yine de başın göğe ermiyor, iyi ve akıllı insanlar seni bir türlü beğenmiyorsa kalacağın yer orası olmadığı içindir… Ya da bir ihtimal baba eder, oğul öder dediklerinden gelmiştir başına.. Artık baban n’ettiyse, onu ben bilemem tabii!..

    Ah alan onmazmış, onsa da en kısa zamanda illeti nüksedermiş. Bunu da düşünerek nereye kalınacağını, ne pahasına kalınacağını, kimlerin kalbinin kırılacağını çoook iyi düşünmek gerek kalınacak o yerde…

    Bir de bu işin geleceği var! Yani yukarıdaki gibi su-i misaller, gelecek nesillerin ağzı torba olmadığından, en az beş yüz yıl filan pis pis dedikodularının yapılacağını, torunlarının torbalarının başlarının büğük, ağızlarının eğik gezeceğini unutmamalılar…

    Gidilecek başka yer pek olmadığına göre, kalınacak yer hakikaten önemli.. Kendi ayaklarının üzerinde tertemiz bir şekilde doğrulabilmeyi ve her ne olursa olsun dimdik bir asaletle kalmayı becerebilmeli insan! Çünkü galiba da insan, o zaman insan!

  • Koroniçe

    Bulaşıcıdır. İnattır. Gıcıktır. Uydurukçudur. Delidir. Fecenayip şahsına münhasırdır.
    Okur! Yandığının resmidir. Gel, yol yakınken okurluk durumundan istifa et. İçeriğin olası zarar ziyanından yazar değil, uygulamaya kalkan komik okur sorumludur. Ona göre!!

    Herkes gibi ben de uygulamalı korona hapsi içindeyim. Devletime göre ehtiyar sayılmadığımdan aslında hafta sonları haricinde mecvuuur değilim😩 ama evdeki resmî ihtiyar heyetine bulaştırmamak için kendimi hapsettim.. anahtarı da kuyudadır! 🔗🤪

    Bu zor günlerde evinde ekşi mayanın bizatihi kendisini üreten yetenekli arkadaşlar olduğunu duyuyorum. Ya da Ramazan pidecisine rakip olanları, Bursa iskenderinin alasını yapanları, el sanatlarında da faaliyet gösterip kendine ve mahalleye ebruli maske-eldiven trikotaj üretimine geçenleri.. Hepsinin farkındayım…

    Bende ise bu anlamda gram gelişme olamadı. Hala mayanın yaşını ve kurusunu ayıramayan bir insanım… Hala fırına girip pidelere baka baka ‘’pide çıktı mı acaba?’’ sorumla fırıncıda halüsinojen etkilere neden olabiliyorum… Hala soyduğum elmayı çöpe atıp kabuklarını tabağa koyarak servis yapabiliyorum… Yıllara meydan okuyan muhteşem kişiliğimi korona da tanısın isterim.

    ‘Evden haftada bir zaruri ihtiyaçların için çıktığın bunca zamanda hiç mi özenip mutfağa girmedin be kardişim’ demesinler diye ender çalışmalar yaptığım da oldu tabii..

    Onların birinde ayak barnaamı kırdım, diğerinde kafamı…

    İlki mıtbak mıntıkasının dışarlığında gerçekleştiğinden tam mutfak kazası sayılmaz bence..

    Olay tümüyle insteyramlara ayıp olmasın diye odadaki yayına doğru depar atarken ayağımı portmantoya çarpmamdan ibaret… Çıkan sesten önce dolap kırıldı sandım.. Mikrosaliseler içinde ‘portmantonun acısını niye ben hissediyom ki’ düşüncesiyle yüzleştiğimde anladım ki kırılan benim barnahmış…

    İnanır mısın, o an ayak parmaklarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Her birini ayrı ayrı defalarca kırmışlığım olduğundan bu gösterim, Scorsese filmleri gibi biraz uzun sürdü… 🎞

    Prometheus’un bitmeyen cezası misali, senede beş kez kırılıp kendi kendine yeniden kaynayan ayak parmaklarımın devrimci bir evrimden geçiyor olduğuna eminim! Ağaçlara neyin tutunmak için maymunlarda pek gerekli bir minnaklık oldukları kesin. Ancak biz homo sapienste böyle ponçik gibi ayak uzantıcıkları pek manasız kanımca… Fikrim odur ki bu oluşumlar, evrimin bir sonraki basamağında tümden ve totalmen yok olücüklür. Ve yine inanıyorum ki bu konudaki engin çalışmalarım nedeniyle evrimin ilk halkası benim! 😁

    Tepeden tırnağa yaptığım kazalarımın ikincisi de tahmin edebileceğiniz üzere tepemde oldu. Dün gece alnımın ortalık yerini buzdolabının tam ortasına denk gelecek şekilde çarptım… Gerizekalılığımı temsilen hafif bir şişlik oluştu… Çatlaklığı konusunda bir şey söyleyemesem de kırılmadığını umuyorum 😏 Kırıldıysa da şimdi korona düşünsün 🤣

    Hehehö, hoş geldin korona! 👑